İstanbul’un Fethi ve Fethin Hafıza Mekânı Olarak Ayasofya

30 Mayıs 2019

İstanbul’un Fethi’nin 566. yıl dönümünde düzenlenen “İstanbul’un Fethi ve Fethin Hafıza Mekânı Olarak Ayasofya” panelinde, Fetih ve Ayasofya edebi ve mimari perspektiften ele alındı. 

Fatih Sultan Mehmet ve Dönemi Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından Üsküdar Yerleşkesi konferans salonunda düzenlenen “İstanbul’un Fethi ve Fethin Hafıza Mekânı Olarak Ayasofya” paneli, Rektörümüz Prof. Dr. M. Fatih Andı, Rektör Yardımcımız Prof. Dr. Fahameddin Başar, öğretim üyeleri ve öğrencilerin katılımıyla gerçekleştirildi.

“Fethin hafıza mekânı Ayasofya’dır”

Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Göleç, İstanbul’un Fethini bugün de hatırlamamızı sağlayan hafıza mekânları üzerine yaptığı konuşmasında, Fatih Sultan Mehmed’i ve fethi simgeleyen en önemli mekânın Ayasofya olduğunu söyledi.

Deneyimlenmeyen bir tarihi hatırlamanın ancak mekânsal dayanaklarla mümkün olduğuna dikkati çeken Göleç, İstanbul’un Fethinin de hafıza mekânları olduğunu kaydederek, “İstanbul’un topoğrafyası Fethin işaretleriyle doludur. Bunu her şeyden önce mekân adlarında görürüz. Tarihi Yarımada adını Fatih’ten almıştır. İstanbul’un ilçeleri, semtleri Fatih Sultan Mehmed’in vezirlerinin, komutanlarının adlarını taşıyor. Rumelihisarı, Tekfur Sarayı, surlar, Edirnekapı, Topkapı, Eyüp Sultan Külliyesi... Bunlar Fethi ve Fatih’i hatırlatan ve hep hatırlatacak olan hafıza mekânlarıdır. Ancak İstanbul’un fethiyle ilgili tarihi kaynaklarda en çok sözü edilen, Fethin sembolü ve hafıza mekânı olmayı en çok hak eden mekân Ayasofya’dır. Dolayısıyla Fethi ve Fatih’i anlamanın en iyi yolu Ayasofya’yı anlamaktır.” ifadelerini kullandı.

Fetih ve İstanbul birbiriyle özdeş iki kavram

Fethin ve İstanbul’un birbirinden ayrılmaz iki kavram olduğunu belirten Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdülkadir Özcan, bu özdeşleşmede manevi motivasyon sağlayan hadis-i şerifin etkisinin büyük olduğunu söyleyerek, “Her İslâm hükümdarı İstanbul’u almak için uğraşmıştır. İlk orduyu Muaviye kurmuştur. Emeviler, Abbasiler dönemlerinde ordular hazırlanmıştır. Osmanlı döneminde ise ilk kez Yıldırım Bayezid harekete geçmiştir. İstanbul’un gerçek anlamda kuşatılması ise II. Mehmed ile başlamıştır. II. Mehmed tüm hazırlıklarını İstanbul için yapmıştır.” dedi.

Fatih Sultan Mehmed’in başarısındaki sırrın eğitiminde saklı olduğunu belirten Özcan, özellikle ikinci şehzadelik döneminde Manisa’daki saraya gelen Avrupalı gezginlerden öğrendikleriyle Batı’daki gelişmelere de hâkim olduğunu ve hiçbir Osmanlı şehzadesine nasip olmayan eğitim imkânlarıyla yetiştiğini dile getirdi.

“Ayasofya, Fethin alametifarikasıdır”

Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hasan Fırat Diker ise Ayasofya’yı mimari tarihimiz açısından ele aldı. Mabedin, Fethin alametifarikası olduğunu ifade eden Diker, “Fetihten sonra şehrin en büyük yapısı olarak camiye dönüştürülse de adı değiştirilmiyor. Çünkü Ayasofya’nın kelime anlamı “ilahi hikmet” demek. Bu özel anlamı da onun Müslümanlar tarafından benimsenip korunmasına vesile oluyor.” dedi.

İnşa edildiği 6. yüzyıldan Osmanlı dönemine gelene kadar yangın ve isyanlar sonucunda iki kez yıkılıp yeniden yapılan Ayasofya’nın Osmanlı dönemindeki en yoğun imar faaliyetlerini Fatih Sultan Mehmed zamanında geçirdiğini söyleyen Diker, peyderpey ilave edilen minarelerle Osmanlı sultanlarının birer simgesi haline geldiğini vurguladı. Mimar Sinan’ın Ayasofya’ya katkılarından da bahseden Diker, hem iç hem dış mekânda yaptığı düzenlemelerle Osmanlı döneminde yapısal anlamdaki en büyük müdahalenin onun tarafından yapıldığını kaydetti.

“Ayasofya edebi anlatımda fakir kalmıştır”

Ayasofya’nın edebiyattaki izleri hakkında konuşan Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Akay, Fatih ve Fetih hakkında ciltler dolusu manzum ve nesir olmasına rağmen Ayasofya hakkında yazılanların aynı nicelik ve nitelikte olmadığını söyleyerek, “Yahya Kemal’in Süleymaniye’de Bayram Sabahı, Mehmet Akif’in Süleymaniye Kürsüsü, Necip Fazıl’ın İstanbul Türküsü gibi bir söz hazinesi yok. Ayasofya fakir kalmıştır. Neden? Çünkü Ayasofya’nın sesi kesilmiştir ama öfkesi harlıdır.” diye konuştu.  

Ayasofya’nın taşıdığı manayı anlatan edebi türlere örnekler vererek konuşmasını sürdüren Akay, Necip Fazıl’ın Ayasofya Hitabesi ile Sezai Karakoç’un yazdığı Alınyazısı Saati’nin Ayasofya’nın hakkını teslim eden örneklerden olduğunu kaydetti. Durali Yılmaz’ın Aziz Sofi romanının da Türk romanında mekânı konuşturan tek eser olması açısından önemli olduğunun altını çizdi.

“İstanbul’un Fethi ve Fethin Hafıza Mekânı Olarak Ayasofya” paneli, soru cevap faslının ardından sona erdi.