''Mitler Varoluşumuzu Anlamlı Kılar''

Divan edebiyatı üzerine birçok çalışması bulunan Tökel, 17 yıl önce ilk baskısı yapılan “Divan Şiirinde Şahıslar Mitolojisi” kitabını, artık kitapçılarda bulunmaması ve çokça talep edilmesi üzerine Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Yayınları’ndan yeniden okuyucunun ilgisine sundu. Yeni baskı vesilesiyle bir araya geldiğimiz Tökel ile Divan edebiyatındaki mitoloji varlığından Doğu ve Batı mitolojisinin farklarına, mitolojinin hayata etkilerinden masalların dünyasına, kapsamlı bir söyleşi gerçekleştirdik.

Divan şiirinde mitoloji

Divan şiirinin mitolojik kaynağını İran edebiyatının en ünlü eseri olan Şehnâme oluşturuyor. Tökel, Divan şairlerinin beyitlerinde mitsel ögelerin izlerini sürüyor. İki bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde mitolojinin tanımı, mitolojiyle ilgili kavramlar, mitolojinin sanat dallarıyla ilişkisi gibi temel bilgiler veriliyor; çalışmanın esasını oluşturan ikinci bölümde ise Divan şiirinde kullanılan mitolojik ve efsanevi şahıslar ile bazı tarihi karakterler etrafında örülü mitolojik anlatılar inceleniyor ve mitolojik şahsiyetin hangi mitin unsuru olduğu açıklanıyor. Kitapta aynı zamanda Divan şiirinde kullanılan şahsiyetlerin orijinleri ve mensup oldukları coğrafya üzerinde de duruluyor. Tökel, Tevrat, Zend-Avesta, Vedalar ve Upanişadlar gibi eski kutsal metinlerde de Şehnâme karakterlerinin izlerine rastladığını dolayısıyla bazı mitolojik motiflerin orijinini tespit etmenin neredeyse imkânsız olduğunu vurguluyor. Divan şiirinde adı geçen şahıslara dair anlatıların kadim Ön Asya milletlerinden Çin ve Hindistan coğrafyasına kadar bütün milletlerle ortak noktalar gösterdiğini söyleyen Tökel, bu nedenle çalışması için birçok kültürü incelediğini ifade ediyor. Kitapta, Çin ve Japon mitolojisinden Aztek ve Maya mitolojisine, Babil ve Asur efsanelerinden kadim Mısır ve Hint mitlerine, Yahudilerin efsane-mitoloji-tarih karışımı rivayetleri olan İsrâiliyyat’tan evliya menkıbelerine kadar pek çok efsanevi ve mitolojik anlatı üzerinde durularak Divan şiirindeki şahısların mitolojik yapısı üzerine karar verilmeye çalışılmış. Mitolojik ve efsanevi yönleri olan şahıslar Divan şiirinde bazen ünlü bir şahsiyeti yüceltmek için kıyas malzemesi oluyor, bazen herhangi bir tabiat unsuruna teşbih ediyor, bazen dünyanın geçiciliğine işaret ediyor, bazen de gurur ve kibrin tahkirine kadar pek çok sahada kullanılıyor.

Kitap sadece mitolojik şahıslardan değil, etrafı mitolojik anlatılarla örülmüş peygamberler ve hükümdarlardan da bahsediyor. Örneğin Âdem, Yûsuf, Süleyman gibi peygamberler; Behram, Nûşirevân, Hüsrev gibi tarihte yaşadığı kesinlik kazanmış hükümdarların maceraları kitapta yer alıyor. Burada bir yanılsamayı gideren Tökel, “Peygamberleri mitolojik şahıs olarak gösterdiğim konusunda eleştirildim. Kitabın ismini doğru okumuyorlar. Ben, “Divan Şiirinde Mitolojik Şahıslar” değil “Divan Şiirinde Şahıslar Mitolojisi” ismiyle yayınladım kitabı. Dolayısıyla burada peygamberleri bir mitolojik şahıs olarak gösterme durumu yok, ben zamanla onların etrafında oluşan mitlere yer verdim. Bu ayrım iyi yapılmalıdır.” diyor.

Mit neye yarar?

Mit ile ilgili yazarlar ve bilim insanları, insanüstüyle alakalı masalımsı ve geleneğe ait olan hikâyeden, sözlü gelenekte yaşayan anonim masallara kadar, yüzyıllar öncesinden bugüne birçok tanım yapmış. Tökel, miti tek bir tanıma sığdırmanın doğru olmadığını, önemli olanın mitin olduğu yerde yaratılışla ilgili anlatıların olduğunun bilinmesi gerektiğini söylüyor ve ekliyor: “Kimi düş, kimi kelime yanılsaması, kimi bilinçaltı oyunu diyor. Şu var ki mitler, hepimizin varoluşunu anlamlı kılan metaforik hikâyelerdir.”

Bu metaforik hikâyeler edebiyatta, sanatta ve bilim dünyasında karşımıza çıkıyor. Söz gelişi Freud mitleri bilimsel objeler olarak ele almış ve kuramlarına mitolojiden isimler vermiş, Camus Yunan mitolojisindeki Sisifos’tan etkilenerek Sisifos Söyleni’ni oluşturmuş. Bilim insanı ve yazarların mitolojiyle ziyadesiyle ilgilenmesi, mitlerin toplum üzerinde büyük işlevi olduğu gerçeğini ortaya koyuyor. Tökel, mitlerin neye yaradığı sorusunu şöyle cevaplıyor: “Mitlerin insanlığın ilk çağlarında oluşması sebebiyle bugün tesirinin devam etmediği sanılıyor. Aksine bugün çok değişik alanlarda değişik biçimlerde hayatımızda yer alıyorlar. Mitler, masal, destan, efsane, halk hikâyesi gibi çeşitli türlerin içinde günümüze kadar gelerek yaşam hakkındaki temel sorularımıza geçmişten bir cevap oluyor. Mitoloji araştırmaları da bu mitleri ortaya koyan milletlerin, insan, tabiat, hayat, ölüm gibi temel konulardaki görüşlerini ortaya çıkarıyor. Bir işlevi de insanların örnek alacağı davranış modellerini ortaya koymak ve bu yolla millete has bir kimlik oluşturmak.”

Mutluluk formülleri masallarda

Batı’da 18. yüzyılda mitler, efsaneler, masallar akıl dışı olarak görülürken 19. yüzyılda masalların insan üzerindeki etkilerini araştırmak için masal okulu kuruluyor. Ülkemizde ise masalların insanlar üzerindeki olumlu etkileri son birkaç yıldır daha fazla seslendiriliyor. Masalın da içinde yer aldığı bir eğitimin çocukların dil ve beyin gelişimlerini olumlu etkilediği hususunda eğitimciler ve sosyal bilimciler birleşiyor. Çocuklara ve büyüklere masal günleri, hikâye anlatıcılığı atölyeleri günümüzün popüler etkinlikleri arasında yer alıyor. Mitleri içinde barındıran masallar bir milletin bilinçaltını açığa çıkarır diyen Tökel, “Masallar çocuğun dil ve hayal gelişiminde birinci kaynaktır ve en mükemmel değer anlatıcılarıdır. Masalın neyse sen osun. İnsan hayatının mutluluk formüllerinin masallarda olduğunu görmemiz lazım.” diye konuşuyor

“Semboller bilinmeden metin çözülemez”

Masallardaki mutluluğa erişmek için mitlerin medeniyetimizde ne anlama geldiğini bilmek gerekiyor. Tökel, işe Divan şiirindeki mitleri çözümlemekle başlayabiliriz diyor ve ekliyor: “Ancak mitleri çözümlediğimizde Divan şiirini dolayısıyla medeniyetimizi doğru anlayabiliriz. Sadece şahıslar mitolojisini çalışmak yetmez, yanı sıra eşya, bitki ve hayvanların da mitolojik arka planının araştırılması gerekiyor. Divan şiirinde İskender, Rüstem dendiği zaman ne anlıyoruz? Mesela Nazım Hikmet’in Ceviz Ağacı şiiri… Şair neden ceviz ağacı demiş? Öğrencilerime soruyorum, herkes tesadüf diyor, kavak da olabilir, çınar da olabilir, şiir özneldir diyor… Şiir, şaire göre özneldir ama okuyucuya göre aşırı nesneldir. Okuyucunun kavak ağacı, çınar ağacı neyin sembolüdür bilmesi lazım. Şair, polisle birlikte ceviz ağacı diyor o zaman güvenlikle ceviz ağacı arasında bir bağ olması lazım. Dolayısıyla semboller bilinmeden hiçbir metin çözülemez.”

Peki, sembollerin dilini nasıl kavrayacağız? Tökel, sembolü bilmek için kültürü bilmek gerekir diyor: “Baykuş bizim kültürümüzde tehlikenin; Batı da ise bilgeliğin sembolüdür. Elma bizde güvenin Batı’da tehlikenin sembolüdür. Kültürler, farklı anlamlar biçiyor aynı nesnelere. Dolayısıyla nesne, hangi kültürde ne anlama geliyor bunu bilmek lazım, bunun yolu da okumaktan, araştırmaktan geçiyor. Mesela gelinlik giymek bir mittir. Gelinliği ilk kez Kraliçe Elizabeth giyiyor. Niçin giyiyor? Bakireliğin sembolü olarak… Bizim kültürümüzle alakası yok. Oysa bizde bindallılar, rengârenk elbiseler var, bunlar giyilmeli! Giydiğin şey altı üstü bir gelinlik değil artık. Altı üstü bir masal okuyorum diyemezsin. Bu, hayatın anlamına müdahale ediyor. Örneğin; tost makinesi yoksa evi fakir görüyorsun. Hâkim dil, bir kutsal yaratıyor ve seni bu kutsala bağlıyor, o yoksa hayatı anlamsız görmeye başlıyorsun. Mitlerin geçmişte kalmadığını, her an hayatımızda yeni mitlerin oluştuğunu bilmek lazım.”

Yunan Deyince Mit, Mit Deyince Yunan!

Kültürlerin farklı anlamlar biçtiği mitlerin çıkış noktası konusunda farklı görüşler olsa da temel inanış, tüm mitlerin, masallarının kaynağının Doğu olduğu yönünde. Tökel, bu inanışa kaynak olarak Heredot’un “Biz Yunanlılar tanrı bilmezdik, biz tanrıyı Mısır’dan aldık” sözünü gösteriyor. Tüm mitlerin Doğu’dan Batı’ya gittiği inanışı hâkimse mitoloji deyince akla neden ilk Yunanlılar geliyor? Tökel, şöyle cevaplıyor: “İlk kez Yunanlılar tüm mitsel figürleri insanileştiriyor. Afrodit, güzel bir kadın heykeliyle tecessüm ediyor. Mısır’da tanrı Ra var, ama kim bu? Orada sadece tanrının sembolleri var çünkü Doğu’da tanrıyı bir kalıba sokmak tanrıyı sınırlandırmak demektir. Yunanlılarsa tanrıyı göstermede bir beis görmüyor. Batı zamanla icatlara, gezegenlere, keşiflere mitolojiden adlar vermeye başlıyor. Freud’un tüm kuramları mitolojiden geliyor. Mitolojiyi gündelik hayatlarında, sanatta, dini alanlarda o kadar kullanıyorlar ki insanın aklına Yunan deyince mit, mit deyince Yunan geliyor.”

Doğu, mitlerini nasıl kullanıyor sorusunu ise Tökel: “Maalesef, Yunanlılar dışındaki milletler kendi mitlerini hayatlarında onlar kadar kullanmadı. Türkçe yazılmış mitoloji kitaplarına bakıyorsun, hep Yunan söylemleri var. Türk, Arap, İran mitolojisi yok mu? Elbette var. Ama derlenmemiş. Birkaç efsane dışında yazılı kaynak yok.” diye yanıtlıyor.

Türk mitolojisiyle ilgili yazılı kaynakların az olmasını akademik alandaki eksikliğe dayandıran Tökel, Cumhuriyet’in başından bugüne doktora tezlerinin eski harfli metinleri bugünkü harflere çevirmekten öteye gidemediğini, akademik unvanların alınmasına mani olmayacak çalışmaların daha çok tercih edildiğini belirtiyor. Merkezine unvan almayı koymuş bir akademik sistemde özgün çalışmalar üretmenin zor olduğunu ifade eden Tökel, konu çalışmalarının çok yeni olduğunu bundan sonra değerlerimizi öne çıkaran çalışmaların artacağını umuyor.

Milletlerin karakterleri mitlerde gizli

Doğu ile Batı’nın düşünce dünyaları arasında din, kültür, coğrafya gibi birçok faktörün etkilediği farklılıklar mevcut. Tökel bu faktörlerden birinin de mitoloji olduğunu söylüyor.  Batı mitlerindeki tanrı/halk çatışmasının Doğu mitlerinde uzlaşan tanrı/halk olarak karşımıza çıktığını; bunun iki dünyanın da günümüzdeki davranışları üzerinde etkili olduğunu belirten Tökel, “Doğu mitlerinde tanrılar çok merhametlidir. Batı mitlerinde aşırı gaddardır, barbardır. Tüm mitleri böyle olunca hayatları da böyle şu anda. Batı mitlerini okuyun şu anki İngiltere’yi, Hollanda’yı görürsünüz. Ağustosböceği ile Karınca masalına bakalım. Karınca kapıyı çalan ağustosböceğini içeri almıyor. Öğrencime sen ne yaparsın diye soruyorum, ben de aynısını yaparım diyor. Peki, karlı bir kış günü kapına biri gelse, senden yardım istese, açım dese, sen “öl der misin?” diye soruyorum, bu kez hayır diyor. Ama La Fontaine ağustosböceğine ölmesini söylüyor. Kimin masalı bu, Fransızların... Şu an Fransızlar aynısını yapıyor, ‘öl’ diyor Suriyelilere.”

La Fontaine’i eleştirmediğini, onun kendi dünyasını anlattığını söyleyen Tökel, bu masalın birde ağustosböceğini yücelten Sezai Karakoç ve Tevfik Fikret’ten okunmasını öneriyor.

Mitlerin, milletlerin karakterini yansıttığını ifade eden Tökel, masalların çocukların ve yetişkinlerin dünyasına etkileri üzerinden Doğu ve Batı karşılaştırmasına devam ediyor: “Bizde Keloğlan var. Keloğlan köylüdür, cahildir ama padişahın kızını alır ve sadrazam olur ama bir Rus masalında İgor, Alman masalında Hans asla kralın yanına yaklaşamaz. Masal buna müsaade etmiyor, çünkü toplum sınıflardan oluşuyor. Çocuklarımızı, Fransız, Alman, Danimarka masallarıyla büyütüyoruz ama ondan Türk davranışı bekliyoruz. Kafa karışıyor. Sen çocuğunu kendi masalınla beslemezsen o başkasının masalıyla beslenir ve başka bir insan olur.”

“Batı masallarında kadınlar işlevsizdir”

Doğu ve Batı masallarında kadının konumlandırılmasından da söz eden Tökel, Doğu masallarındaki güçlü, savaşçı, aktif kadının aksine Batı’da işlevsiz kadınların öne çıktığını, bugün sinemamızda, medyada hâkim dilin Batı’nın kadına biçtiği rol üzerinden gittiğini söylüyor: “Batı masallarında kadınlar işlevsizdir. Bir prens gelecek, öpecek ve uyandıracak. Yani üst sınıf gelecek. Mesela bizim reklamlarımızda kızlar beyaz atlı prens bekler. Niye bekliyorsun ya? Dede Korkut hikâyelerinde bir kızı bir bey ister, kız, gelsin savaşalım der. Erkekle savaşır, yenerse evlenir. Bizde kadına basit anlamlar yüklenmez, kadın işlevseldir.”

Bizim kültürümüze ait değerlerden hayatı anlamlı hale getirecek fikirlerin, ürünlerin üretilmesi gerekliliğini vurgulayan Tökel, bunun için öncelikle kültürel hegemonya olarak Batı’dan yakayı kurtarmak,  salt Batı değerleriyle düşünmeye mahkûm kalmaktan vazgeçmek gerektiğinin altını çiziyor.

 

Röportaj: Kübra Erten

Fotoğraf: Yasin Fedakâr

Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü